29 Aralık 2014 Pazartesi
Mutluluk
“Hep varmak istediğin yere doğru gidersin. Bir yandan da orada aradığım şey var mı diye düşünürsün. Bir yere varırsın ama oranın varmak istediğin yer olup olmadığını bilemezsin. Aradığın şeyin ne olduğunu unutmuşsundur zaten. Vardığın yerde bulduğunla yetinirsin. Kimileri buna kader der. Salaklar da mutluluk.”
23 Aralık 2011 Cuma
The Big Kahuna
-Sana söylemek istediğim bir şey var. Ve beni çok dikkatli dinlemeni istiyorum... Çünkü bu son derece önemli.
Biraz önce buradan kovaladığımız adam ...
-Biz kimseyi kovalamadık.
-Bir dakika önce bu odadan ayrılan adam benim çok iyi bir dostumdur. Onu uzun zamandır tanıdığım için mi?
Şey, uzun zamandır tanıdığım birçok insan var. Ve bazılarının köpeğimin kıçını silmesine bile izin vermem.
Bazıları olsa da olur, olmasa da. Benim için önemleri yok. Ama Larry benim için çok önemli, bunun sebebi de
ona güvenebilmem. Ona güvenebileceğimi biliyorum. O dürüst biri.
-Dürüst mü, yoksa sadece patavatsız mı?
-O dürüst biri Bob. Aynı zamanda patavatsız da. Bu bazen dürüstlüğün bir parçasıdır, çünkü patavatsız olan ama
dürüst olmayan çok insan var. Larry onlardan biri değil. Larry dürüst bir adamdır. Sen de dürüst bir adamsın Bob. İnanıyorum ki içinde bir yerlerde dürüst olmaya çabalayan bir yanın var.
Kendine sorman gereken soru "Bu benim hayatımın tamamına etki ediyor mu?"
-Bu ne anlama geliyor?
-Bunun anlamı senin İsa hakkında vaaz vermen Larry veya bir başkasının yağlar hakkında vaaz vermesinden farklı değil. İsa'yı veya Buda'yı veya insan haklarını ya da hiç zarar etmeden emlak piyasasında para kazanmanın
yöntemlerini satman arasında bir fark yok. Bu seni insan yapmaz. Bu seni bir pazarlama temsilcisi yapar. Eğer biriyle dürüstçe konuşmak istiyorsan, bir insan olarak, ona çocuklarını sor. Hayallerini öğrenmeye çalış. Sadece öğrenmek için. Başka hiçbir amaç gütmeden. Çünkü sohbeti yönlendirmek için harekete geçtiğin anda, o artık sohbet olmaktan çıkar. O bir atıştır artık ve sen de insan değilsindir. Pazarlama temsilcisisindir.
-Katılmadığım için beni bağışlayın.
-Seninle daha önce kişilik hakkında konuşmuştuk. Bana kişiliği sormuştun. Yüzlerden bahsetmiştik. Ama mesele ondan çok daha derinlerde. Mesele şu ki herhangi bir kişiliğin var mı? Ve eğer fikrimi dürüstçe söylemem gerekirse Bob, yok, sebebi de çok basit. Çünkü henüz hiçbir şey için pişmanlık duymuyorsun.
-Demek istediğiniz, pişman olacağım bir şey yapana kadar kişiliğimin olmayacağı mı?
-Hayır, Bob. Söylemek istediğim, zaten pişman olacağın bir sürü şey yaptığın. Sadece onların ne olduğunu bilmiyorsun. Onları keşfettiğin, yaptığın bir şeydeki aptallığı gördüğün ve onu yeniden yapabilmeyi dilediğin,
ama artık çok geç olduğu için yapamayacağını anladığında olacak. Böylece o şeyi seçip sana hayatın devam ettiğini hatırlatması için yanında taşıyacaksın. Dünya sensiz de dönecek. Senin aslında bir önemin yok.
İşte o zaman kişilik sahibi olacaksın. Çünkü dürüstlük içinden dışarı çıkacak ve bir dövme gibi yüzünü kaplayacak. O güne kadar, ancak, bir noktanın ötesine geçmeyi bekleyemezsin.
-Artık gidebilir miyim?
-Git hadi.
-Teşekkür ederim.
-İyi geceler.
“The Big Kahuna” filminden bir parça.
28 Aralık 2010 Salı
Uzak
Tam 182 gündür buradaydı. Bir Cumartesi gecesi işte yağmur vuran camların arkasından gene dalgalı okyanusa bakmak sıradanlaşan bir eylem gibi görünse de ilk günkü hazzını kalbinde hissediyordu. Kadehin yarısını şarapla doldurdu. Kendi isteğiyle gelmişti ve hayatında verebileceği en doğru karardı buraya gelmek. Yalnız olmak korkutucu bir şey değildi. Küçük bir pilli radyon varsa eğer arkadaş aramaya gerek yoktur. Şu durumda pil yiyecek kadar önemli en az.
Şişeden bir yudum aldı. Halbuki kadehe doldurmuştu az önce. Ama şişeden çekmenin tadına değişmeyeceğini bir kez daha kendi kendine söyledi. Kalktı, fenerin ışığını kontrol etti. Denizciler için en tehlikelisi böyle ayın gökyüzünde hiç görünmediği karanlık gecelerdi. Herşey yolunda gibi görünürken geminin altında kayaların açtığı delikten denizin serin ölüm suları doluşurken ... cehennem böyle bir şey olmalı.
Radyoyu açtı. FM? Hayır dünyanın bu köşesinde bu banttan yayın almak imkansızdır. Frekans modülasyonu sesi net iletir ama fazla uzağa gidemez. Bir tepeye takılır kalır. En güzeli kısa dalga. Kısa dalga Amplitude Modulasyon sinyalleri ise dünyanın her yerine rahatça gidebilir.
Burada Atlantiğin ortasında küresel olarak konumumun tam arkasına gelen Çin’den dahi sinyal alabilirim. Hele böyle bulutlu gecelerde o minik sinyaller stratosfer tabakasına çarpıp çarpıp geri yansırlar bilardo masındaki top gibi. SW ye getirdi sürgüyü.
Radyonun içinden gelen ince cızırtılı parazitler midesinden geçip soda etkisi yaparmış gibi hissetti. Etrafına bakındı, üstüne saksıyı koyduğu ahşap sandalye. Kalktı, saksıyı aldı, macunları dökülmüş cam aralığından rüzgar giren ahşap pencerenin iç cebine yerleştirdi. Sandalyeyi getirip ayaklarını üstüne uzattı. Dışarı baktı. Pencerenin arkası korkak yıldızların titrek ışıkları, bulutların arkasına saklanmış. Bir gün rotamız değişse de o mavi gezegenin neye ait olduğunu bilmediğim mavilerine düşsem hayalinde. Bi bok yok burada yıldız kardeş. Düşme sen dur orda. Sonra ben neye bakarım gece?
Küflenmiş peynirden aldı, sonra şişeden bir büyük yudum. Başladı çevirmeye frekansı. Gidip gelen sesler, bi azalan bi artan, araya karışan insan yapımı gürültüler. Polonya dilinde bi şarkı, bulgarca haberler, viyuukkk almanca keman. Keman? Kesin Bach’tır bu. Sessizlik, Rusça söyleyen yumuşak sesli kadın sonra. Belki Azeridir. Çiçekten böcekten bahsediyor olmalı. Altay dağlarındaki kar leoparından bahsediyodur belki de ama. Yalnız leopar, büyümüş evlenmiş, yavruları olmuş, sonra avcılar onun peşine düşmüş olmalı. Bir süre öyle kaldı. Hareket etmedi. Onunla birlikte herşey durdu. Rüzgar, dalgalar, gri bulutlar, korkak yıldızlar o şarkıyı dinlediler ...
9 Nisan 2010 Cuma
Fareler ve İnsanlar ...
"ve o toprağı işleyip geçinip gideceğiz." diye bağırdı Lennie. “Ve tavşanlarımız olacak. Devam et, George! Bahçemizde neler olacağını anlat. Kafeslerdeki tavşanları da anlat. Kışın yağmur yağacak, sobamız da olacak, sütün kaymağı öyle kalın olacak ki bıçakla bile zor keseceğiz, söyle hadi. Hadisene George.”
“Kendin anlatsana. Hepsini biliyorsun.”
“Hayır... Sen anlat. Sen anlatınca başka oluyor. Ne olur George... Tavşanlara nasıl bakacağımı da anlat.”
“Pekala,” dedi George. “kocaman bir sebze bahçemiz olacak, bir tavşan kümesimiz ve tavuklarımız da. Kışın yağmur yağdığında işi gücü boş verip sobayı yakacağız, sonra bir güzel karşısına kurulup çatıya vuran yağmur damlalarını dinleyeceğiz ...”
“Kendin anlatsana. Hepsini biliyorsun.”
“Hayır... Sen anlat. Sen anlatınca başka oluyor. Ne olur George... Tavşanlara nasıl bakacağımı da anlat.”
“Pekala,” dedi George. “kocaman bir sebze bahçemiz olacak, bir tavşan kümesimiz ve tavuklarımız da. Kışın yağmur yağdığında işi gücü boş verip sobayı yakacağız, sonra bir güzel karşısına kurulup çatıya vuran yağmur damlalarını dinleyeceğiz ...”
19 Şubat 2010 Cuma
Şaman
Sen, kirlenmişsin. Bir ruhun yok. Bakışlarından içini okuyabiliyorum. Derine inemezsin, dalmanın zevkini bilemezsin. Sen hep bildik laflar söyle. Sığ sular ve sığ su yaratıklarına geçer hükmün. Sessizliğim senin laf kalabalığına kanmamdan değil. Ne kadar aptal olunabileceğini anlamaya çalışmamdan. Sen ışığı görmedin. Kendi kafanın bok kokusuna gelen sadece sineklerdi. Senin gibi onlar da, senden farklı değillerdi. Işığın kararmış. Bu bitmez geceyi yaşamaktan kurtulmanın tek yolu antidepresanların. Üzgünüm. Sana o sırrı veremem. Versem de anlayamazsın. Şimdi git ve sineklerinle mutlu yaşa.
Adamın elini bıraktı Şaman. Yürüdü. Yürüdüğü yerin ötesinde bir at belirdi. Kızıl yeleleri vardı. Kızıl yeleli kızıl bir at. Genelde beyaz olur dedi diğeri, diğer adam, uzun boylu olan. Bir süredir donmuş halde eline bakan arkadaşını dirsekleyip ekledi; akşama menemen yapalım ne dersin?
4 Ocak 2010 Pazartesi
Powder Blue
0 - Seni geçen akşam burada görmüş olabilir miyim?
1 - Şey ... hayır
0 - Emin misin, böyle gözleri unutmam. Gizemli ve sırlarla dolu
1 - ........
0 - ........
1 - Seni tekrar görebilir miyim?
0 - Evet. Adım Scarlet. Beni iste. Ve mavi odada beni bekle ....
9 Aralık 2009 Çarşamba
Satranç
Taşlarım sahaya homojen olarak dağıldı. İşte küçük ordum tüm haşmetiyle gözlerimin önünde. tehdit edilen taşım yok, fakat şuradan sol üstten köşedeki şahıma bir atak planlıyor birkaç hamledir. çünkü sevgili şahım orada öylesine sıkışmış ki. kaçacak bir karesi yok. az sonra yeryüzüne değecek ve eriyeceğini bilen bir kar tanesi gibi savunmasız ve okadar zavallı ki. küçük bir şah sonumu getirir. ama farkettim ve bir piyonla bozabilirim onu. orada sorun yok. çaktırmıyorum, görmediğimi düşünerek zafer hevesiyle oraya yoğunlaştırmış kendini ... varsın devam etsin ...
ortadaki atı güzel bir yem olabilir bana. ama bir piyon onu korumuş. atını tehdit etmek için piyonumu sürdüm, kaçmadı, filini kaleme nişanladı. kısasa kısas. güzel ... kalemi kaçmak yerine kendi filimle önünü kesiyorum. artık iki taşı birden tehlikede. hatasını anladı ama çok geç. bazı şeyleri geri alamazsınız. söylenmiş bir söz gibi. bir fil veriyorum karşılığında bir fil ve bir at alıyorum. bir taş üstünlük hatta bu bir piyon bile olsa şimdi yokluğu farkedilmese bile oyunun sonlarında kendini hissetirecektir. hatalar sonun başlangıcıdır. benim için de. onun için de. eğer göremediğim gizli daha büyük bir plan yoksa herşey yolunda. eğer moral bozulursa o esnada beynin salgıladığı bir hormon mantıklı düşünmeyi engeller, daha çok hata yapar. bu oyunda ise daha az hata yapan kazanır. her zaman.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)