28 Aralık 2010 Salı

Uzak


Tam 182 gündür buradaydı. Bir Cumartesi gecesi işte yağmur vuran camların arkasından gene dalgalı okyanusa bakmak sıradanlaşan bir eylem gibi görünse de ilk günkü hazzını kalbinde hissediyordu. Kadehin yarısını şarapla doldurdu. Kendi isteğiyle gelmişti ve hayatında verebileceği en doğru karardı buraya gelmek. Yalnız olmak korkutucu bir şey değildi. Küçük bir pilli radyon varsa eğer arkadaş aramaya gerek yoktur. Şu durumda pil yiyecek kadar önemli en az.

Şişeden bir yudum aldı. Halbuki kadehe doldurmuştu az önce. Ama şişeden çekmenin tadına değişmeyeceğini bir kez daha kendi kendine söyledi. Kalktı, fenerin ışığını kontrol etti. Denizciler için en tehlikelisi böyle ayın gökyüzünde hiç görünmediği karanlık gecelerdi. Herşey yolunda gibi görünürken geminin altında kayaların açtığı delikten denizin serin ölüm suları doluşurken ... cehennem böyle bir şey olmalı.

Radyoyu açtı. FM? Hayır dünyanın bu köşesinde bu banttan yayın almak imkansızdır. Frekans modülasyonu sesi net iletir ama fazla uzağa gidemez. Bir tepeye takılır kalır. En güzeli kısa dalga. Kısa dalga Amplitude Modulasyon sinyalleri ise dünyanın her yerine rahatça gidebilir.
Burada Atlantiğin ortasında küresel olarak konumumun tam arkasına gelen Çin’den dahi sinyal alabilirim. Hele böyle bulutlu gecelerde o minik sinyaller stratosfer tabakasına çarpıp çarpıp geri yansırlar bilardo masındaki top gibi. SW ye getirdi sürgüyü.




Radyonun içinden gelen ince cızırtılı parazitler midesinden geçip soda etkisi yaparmış gibi hissetti. Etrafına bakındı, üstüne saksıyı koyduğu ahşap sandalye. Kalktı, saksıyı aldı, macunları dökülmüş cam aralığından rüzgar giren ahşap pencerenin iç cebine yerleştirdi. Sandalyeyi getirip ayaklarını üstüne uzattı. Dışarı baktı. Pencerenin arkası korkak yıldızların titrek ışıkları, bulutların arkasına saklanmış. Bir gün rotamız değişse de o mavi gezegenin neye ait olduğunu bilmediğim mavilerine düşsem hayalinde. Bi bok yok burada yıldız kardeş. Düşme sen dur orda. Sonra ben neye bakarım gece?

Küflenmiş peynirden aldı, sonra şişeden bir büyük yudum. Başladı çevirmeye frekansı. Gidip gelen sesler, bi azalan bi artan, araya karışan insan yapımı gürültüler. Polonya dilinde bi şarkı, bulgarca haberler, viyuukkk almanca keman. Keman? Kesin Bach’tır bu. Sessizlik, Rusça söyleyen yumuşak sesli kadın sonra. Belki Azeridir. Çiçekten böcekten bahsediyor olmalı. Altay dağlarındaki kar leoparından bahsediyodur belki de ama. Yalnız leopar, büyümüş evlenmiş, yavruları olmuş, sonra avcılar onun peşine düşmüş olmalı. Bir süre öyle kaldı. Hareket etmedi. Onunla birlikte herşey durdu. Rüzgar, dalgalar, gri bulutlar, korkak yıldızlar o şarkıyı dinlediler ...

9 Nisan 2010 Cuma

Fareler ve İnsanlar ...

"ve o toprağı işleyip geçinip gideceğiz." diye bağırdı Lennie. “Ve tavşanlarımız olacak. Devam et, George! Bahçemizde neler olacağını anlat. Kafeslerdeki tavşanları da anlat. Kışın yağmur yağacak, sobamız da olacak, sütün kaymağı öyle kalın olacak ki bıçakla bile zor keseceğiz, söyle hadi. Hadisene George.”

“Kendin anlatsana. Hepsini biliyorsun.”

“Hayır... Sen anlat. Sen anlatınca başka oluyor. Ne olur George... Tavşanlara nasıl bakacağımı da anlat.”

“Pekala,” dedi George. “kocaman bir sebze bahçemiz olacak, bir tavşan kümesimiz ve tavuklarımız da. Kışın yağmur yağdığında işi gücü boş verip sobayı yakacağız, sonra bir güzel karşısına kurulup çatıya vuran yağmur damlalarını dinleyeceğiz ...”

19 Şubat 2010 Cuma

Şaman


Sen, kirlenmişsin. Bir ruhun yok. Bakışlarından içini okuyabiliyorum. Derine inemezsin, dalmanın zevkini bilemezsin. Sen hep bildik laflar söyle. Sığ sular ve sığ su yaratıklarına geçer hükmün. Sessizliğim senin laf kalabalığına kanmamdan değil. Ne kadar aptal olunabileceğini anlamaya çalışmamdan. Sen ışığı görmedin. Kendi kafanın bok kokusuna gelen sadece sineklerdi. Senin gibi onlar da, senden farklı değillerdi. Işığın kararmış. Bu bitmez geceyi yaşamaktan kurtulmanın tek yolu antidepresanların. Üzgünüm. Sana o sırrı veremem. Versem de anlayamazsın. Şimdi git ve sineklerinle mutlu yaşa.

Adamın elini bıraktı Şaman. Yürüdü. Yürüdüğü yerin ötesinde bir at belirdi. Kızıl yeleleri vardı. Kızıl yeleli kızıl bir at. Genelde beyaz olur dedi diğeri, diğer adam, uzun boylu olan. Bir süredir donmuş halde eline bakan arkadaşını dirsekleyip ekledi; akşama menemen yapalım ne dersin?

4 Ocak 2010 Pazartesi

Powder Blue


0 - Seni geçen akşam burada görmüş olabilir miyim?
1 - Şey ... hayır
0 - Emin misin, böyle gözleri unutmam. Gizemli ve sırlarla dolu
1 - ........
0 - ........
1 - Seni tekrar görebilir miyim?
0 - Evet. Adım Scarlet. Beni iste. Ve mavi odada beni bekle ....